1 Ocak 2014 Çarşamba

'Nerden Bileceksiniz?' Sahi Nerden Bileceksiniz?

Selamun Aleyküm müptezel

Nasılsınız diye soracağım ama vereceğiniz cevapları tahmin edebiliyorum. Ülkenin durumu sizi de etkilemiş galiba. Eskiler’in de dediği gibi ‘At izi, İt izine karıştı’ aynen durum bu işte. Neyse bu konuya başka bir yazıda değineceğim, daha doğrusu naçizane fikrimi beyan edeceğim.

Şimdi sizlere bir hayat anlatacağım. Dolu dolu yaşanmış ama kıymeti zamanında bilinmemiş bir hayat. Sapına kadar Türk’üm ve insanlar arasında kesinlikle ideoloji, din, dil, ırk, mezhep ayrımı yapmayan biriyim başta söyleyim bunları ve şimdi anlatacaklarımı kendime bir görev ve iâde-i itibar olarak görüyorum, vefa görevi olarak görüyorum. Ufaktan ufaktan geçelim konuya..

1957 yılında 5 çocuklu bir Aile’nin  en küçüğü olarak bir çocuk dünyaya geliyor. Öyle lüks bir yaşamları olmayan bir Aile bu. Aile’nin babası sümerbank mensucat fabrikasında işçiydi. Sabah gider akşam gelirdi. Bu çocuk, 6 yaşına gelince babası ona bir bağlama alıyordu ve müzikle ilk tanışması bu şekilde oluyordu. Okuldan arta kalan zamanlarında plak ve kaset satan yerlerde çalışıyor, evine destek oluyordu bu çocuk. Lâkin hayat zordu ve acımasızdı, Aile’nin durumu da pek parlak olmayınca 1972 yılında istanbul’a göç etmek zorunda kalıyorlardı. Çocuk burda da aynı şekilde okula gidiyor geri kalan zamanlarda ise işportacılık yapıyor ve çeşitli iş yerlerinde çıraklık yaparak Ailesine destek oluyordu. Küçük bir yerleşim biriminden istanbul gibi bir yere küçük yaşta gitmenin zorluğunu, yaşadığı iletişim problemlerini ve alışma sorununu şöyle anlatıyordu kendisi ‘’ Onlarla konuşmuyordum çünkü onlarla konuşamıyordum. Giyimleri başkaydı, konuşmaları başkaydı. Onlar gibi konuşmaya çalışıyordum. Mesela terziye gidip, onlar gibi pantolon diktirmeye filan başlamıştım. Terzinin yaptırdığı pantolonların üzerime uymadığını görüyordum. Onlara yakışıyordu bana yakışmıyordu. Bir kız vardı bizim okulda; herkesin bir aşkı vardır, çocukluk aşkı. Bir gün gittim dedim ki: 'Biraz seninle konuşak beş dakika, kaçıyorsun hep...' Bana dedi ki: 'Rica ederim.' Öyle bir ağrıma gitti ki: 'Ben de sana rica ederim' dedim. Ben o zaman anlamını bilmiyordum, yani onu bir küfür zannettim ’’  16 yaşına geldiğinde yasadışı afiş basmaktan içeri atılıyordu. Birkaç arkadaşıyla birlikte Halk Birimleri Derneği'nin çalışmalarına katılır. Çeşitli etkinliklerde bağlama çalar. 1978 yılında Gelibolu'da askerlik yapar. Askerlik dönüşü Gülten Kaya ile evlenir. İşsizlik nedeniyle ekonomik sıkıntılar çektiği dönemde eşi kendisine sırt döner ve terkeder, ayrılıp gider. Zaten yalnız olduğu bu acımasız hayatta bir darbe de eşim dediği insandan gelir. Neyse devam edelim biz Bu ekonomik sorunlarından kurtulmak umuduyla kendi deyimiyle "sistemin tersine hareket" etmeye karar verir. Nihayetinde uzun uğraşlar sonucu çıkardığı Ağlama Bebeğim albümünü 1985 yılında yayımlar. İstanbul Şan Tiyatrosu'nda küçük bir konser verir. Yayımlandığı yıl albüm toplatılır fakat daha sonra sansürü kaldırılır. 1985'te ikinci albümü Acılara Tutunmak için birinci albümde olduğu gibi Değişim Stüdyosu'yla anlaşır. Stüdyonun sahibi, o sıralarda Metris Askeri Cezaevi'nde olan Selda Bağcan'ın kardeşi Sezer Bağcan'dır. Cezaevinde tanıştığı 12 Eylül Darbesi mağduru Gülten Hayaloğlu ile Ahmet Kaya'nın tanışmasına aracılık eder. Albüm yayımlandıktan sonra evlenirler. Gülten Hayaloğlu hapishanede idam cezasına mahkûm olan Nevzat Çelik'in Şafak Türküsü şiirini Ahmet Kaya'ya iletir. Böylelikle geniş kitlelerce tanınması sağlanan albüm, 1985 yılında yapılıp 1986'da piyasaya çıkan Şafak Türküsü olur. Bu albümde aranjör Oğuz Abadan'la çalışır ve hemen hemen tüm besteleri kendisi yapar. Aynı yıl An Gelir albümünü yayınlar. 1987 yılında kızı Melis doğar. Hayatının dönüm noktalarından birisi  belki de en önemlisi gülten hayaloğlu ile tanışmasıdır. Gülten Hayaloğlu ile evlendikten sonra kardeşi Yusuf Hayaloğlu ve şiirleriyle tanışır. Sözlerinin çoğunluğunun Yusuf Hayaloğlu'na ait olduğu Yorgun Demokrat adlı albümü 1987 yılında yayımlanır. 1988 yılında sadece iki şarkının söz yazarlığını Hayaloğlu'nun yaptığı ve diğer sözlerin tanınmış şairlerin şiirlerinden oluşan Başkaldırıyorum albümü çıkar. Ardından 1989 yılında sadece bağlama ve vokalin ile oluşturduğu konserlerinden bir derleme olan Resitaller-1 yayımlanır. Aynı yıl Osman İşmen'in düzenlemesiyle, sözlerinin büyük çoğunluğunu Hayaloğlu'nun yazdığı İyimser Bir Gül albümü çıkar. 1990 yılında Resitaller-1'in devamı niteliğinde olan Resitaller-2 albümü yayımlanır. Aynı yılın Ekim ayında çeşitli şairlerin şiirlerinden oluşan Sevgi Duvarı isimli albümünü çıkartır.  Şarkılarım Dağlara albümü basılan 2.800.000 bandrolle rekor kırmıştır. Bu albümde yer alan Özgür Çağrı isimli şarkıda geçen ‘’Abin bir gün dağdan döner, sarılırsın yavrucağım’’ gibi sözler nedeniyle albümü toplatılır, konser vermesi yasaklanır.

Buraya kadar olan şeylere bir nebze olsun göz yumabiliriz olmamalıydı ama dediğim gibi bir nebze olsun göz yumabiliriz. Gelelim zurnanın zırt dediği yere, yıllar 1999’u gösteriyordu ve Magazin Gazetecileri Derneği gecesinde ödülü aldıktan sonra kısa ve öz bir konuşma yaparak diyordu ki ‘’ Ben bu ödülü yalnızca kendi adıma değil, bu ödülü insan hakları adına, bu ödülü cumartesi anneleri adına, bu ödülü magazine emek veren insanlar adına, bu ödülü bütün Türkiye halkı adına alıyorum. Bir de; yeni çalışmamda, Kürt asıllı olduğum için Kürtçe bir şarkı yapıyorum ve Kürtçe bir de klip çekiyorum. Ve bu klibi yayınlayacak yürekli insanların olduğunu da biliyorum. Yayınlamazlarsa, Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını da bilmiyorum. Teşekkür ederim.’’  Dana’nın kuyruğu burda kopuyordu. Bunun üzerine Serdar Ortaç sahneye çıkıp Sibel Can'ın "Padişah" şarkısını değiştirerek "Bu devirde kimse sultan değil, hükümdar değil, padişah değil / Atatürk yolunda tüm Türkiye / bu vatan bizim / ellerin değil" şeklinde okumuş, ardından 10. Yıl Marşını söylemişti. Salondakiler Ahmet Kaya'yı protesto etmiş, hatta çatal bıçak fırlatanlar olmuştu. Ha şu bildiğimiz serdar ortaç varya hani? Şimdilerde yaptığı şarkılara pornovâri klipler çeken serdar ortaç? Ha işte evet evet o! Sonra Ahmet kaya’yı linç kampanyasının başında gelen Ertuğrul özkök! Hürriyet gazetesinin o zaman ki yayın yönetmeni olan özkök! Bu olaydan sonra öyle manşetler atılıyordu ki adeta fırsat kollanıyormuş gibi ve bu olayların gerçekleşeceği gün bekleniyormuş gibi.  Hadi serdar ortaç’ı geçtim de bundan daha büyük bir karaktersizlik örneği daha vardı. O da şu; o gece tepki verenler arasında mahsun kırmızıgül de vardı ve Ahmet kaya’yı ıslıklayanları, alkışlarıyla ödüllendiriyordu. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Mahsun Kırmızıgül kürtçe şarkılar söyledi ve o gün Ahmet Kaya’yı ıslıklayanlar Mahsun Kırmızıgül’ü alkışladılar. Bundan daha karaktersiz bir davranış olur mu? Bundan daha fazla gevşeklik olur mu? O gün, o tepkiyi hak edecek ne yapmıştı Ahmet Kaya? Kürt asıllı olduğunu söyleyip kürtçe bir şarkı yapacağım demesi suç muydu? Haksız mıydı? Ahmet Kaya şu an bile ‘Ben Türk’üm’ diyen birinden daha Türk’tür ve buna kalıbımı basarım. Bazı parti liderleri hâlâ baş örtüsüne destek yerine köstek olurken taa o yıllarda ‘ Benim anamın başında ki türbanı kimse alamaz’ diyecek kadar Türk gelenek ve göreneklerine bağlı bir insandı Ahmet Kaya. Neyse devam devam. Başlatılan linç kampanyası o kadar ileri gidiyordu ki olay nasıl bu noktaya kadar gelmişti kimse inanamıyordu. Tarih 14 Şubat 1999. Türkiye’nin en çok okunulan gazetelerinden biri olan Hürriyet’in manşetinde ilginç mi ilginç bir resim;

Arkada Türkiye`nin bir bölümünü Kürdistan olarak gösteren bir harita. Haritanın tam üzerinde Abdullah Öcalan`ın posteri. Tam önünde ise 4 gün evvel Magazin Gazetecileri Derneği`nin gecesinde ödül alırken, "Kürtçe şarkıma klip çekmek istiyorum" dediği için gecede bulunanlar tarafından linç edilmeye çalışılan ünlü Türkücü Ahmet Kaya. Fotoğrafın üzerinde ise ona atfedilen "Ayıp ettin gözüm" manşeti.
Biraz altında, "Türkiye`nin bölünmesini istemiyorum, diyen Ahmet Kaya`nın, PKK gecesinde Apo`lu Kürdistan haritası önünde konser verdiği ortaya çıktı!" açıklaması.
Okuyanı korkutan ve bir o kadar da endişelendiren diğer haberlerde alt tarafta. Ve bu fotoğraf da 1993 yılında Berlin’de çekilmiş güya. Kürt işadamlarının düzenlediği ve sadece PKK`lıların girebildiği geceye fotoğraf makinesi sokulmamış. Her nasılsa bir Alman kameraman girmeyi başarmış o geceye ve Hürriyet de o fotoğrafı o Alman kameramandan elde etmiş. Ve güya Ahmet Kaya o gecede, "Orkestramı getirmedim. Çünkü dağdaki gerillanın paraya ihtiyacı var" demiş. Demiş de demiş yani rahmetli. Onlarda asmak, kesmek için fırsat arıyor  ya.. Türkiye’nin en çok okunulan gazetelerinden biri olan Hürriyet’in bu haberini okuyan polis de Ahmet Kaya’nın evine dayanmış tabii. ‘’Bu ne Ahmet Kaya?’’ Demiş savcı. ‘’Bir açıklaman vardır umarım’’ deyince, şaşırmış kalmış. O tarih de Berlin’e gittiği iddaa edilen sanatçı ayak bile basmamış daha oraya çünkü. "Vallahi, billahi yalan, Asparagas, Provokasyon bu" dese de, dinlememişler ve tutuklanmaktan kurtulamamış Ahmet Kaya. Velhâsıl kelam aynı gün, Ahmet Kaya’nın avukatı pasaportu getirip inceletmiş, kayıtları göstermiş ve böyle bir şeyin olmadığı ortaya çıkmış. Bunun üzerine oyuna geldiğini anlayan polisler ellerinde ki yazılı emirlerle Hürriyet gazetesinin kapısına dayanıp ‘’ Söz konusu haberle ilgili elinizdeki bilgi, belge, kamera ve ses kayıtlarını acilen tarafımıza iletin" diye talep de bulunmuş.

Hürriyet ne diye cevap vermiş tahmin edin bakalım? (Lütfen kulak kesilin diyeceğim de siz ‘GÖZ’ kesilin)

Hürriyet gazetesinin o zaman ki avukatlarından Aslıhan Dumlu imzası ile yazılan cevap aynen şu şekilde; ‘’ 14 Şubat 1999 tarihli nüshamızda `Ayıp Ettin Gözüm` başlığı ile yayımlanan yazı ile ilgili olarak elimizde kaset, görüntülü ses kaydı, bandı v.s bulunmamaktadır. Bilginize."
Zaten olay sonrası Ahmet Kaya’nın eşi, Gülten Kaya söz konusu fotoğrafın hayal ürünü olup, aslında öyle bir şeyin olmadığını herkesin gözüne soka soka ıspatladı. Bu skandaldan sonra Hürriyet’in yerinde olsanız ne yaparsınız? Valla ben kendimi affettirmek için istifa ederim veya her şeyi göze alarak Ahmet Kaya’yı savunurdum. Ama Hürriyet gazetesi bir özür bile dilemedi. Tam tersi, kendi ülkesinde ve her türküsünde üstüne basa basa sevdasını anlattığı ülkesinden gitmek zorunda bırakıldı. Kendi vatanın da sırf kürtçe müzik yapıp, klip çekeceğim demesiydi tüm bunlara sebep. Peki hak etti mi? Onu bunu geçin aynı durum bize olsa biz ne yaparız? Almanya’da veya Fransa’da yaşıyor olsak ve azınlık olsak Türk bir sanatçı da çıkıp ‘Türkçe şarkı söyleyip, klip çekeceğim’ dese ve beklemediği bir tepkiyle karşılaşsa, ezilse. Biz ne yapardık? O adam bir kez olsun bölmek/parçalamak/özerklik gibi kelimeler kullanmamıştı. Türk devleti sahip çıkmalı demişti haksız mıydı? Sahiplenmeli demişti haksız mıydı? Hee şunu da söyleyim. O çok sevdiği ülkesinden gidiyor ve gittiği yerde de ‘’birkaç şerefsiz yüzünden vatanımdan ayrı kaldım, ağırıma gidiyor, zoruma gidiyor’ gibisinden dert yandı, sitem etti. Ama biz bir insan olarak Hürriyet gazetesinden özür beklerken onlar provake etmeye devam edip Ahmet Kaya `64 milyona şerefsiz! Dedi manşetleri attılar.
Daldan dala atlamak gibi olacak ama demeden geçemeyeceğim. Bu medya kadar iğrenç ve yanıltıcı hiçbir şey yok. O ne derse biz ona inanırız, o bize doğru veya yanlış haberi vermez. O, neye inanmamızı isterse o haberi verir ve biz de inanırız. Ona öyle inanırız ki, verdiği haberin doğru olup olmadığını araştırma zahmetinde bile bulunmayız. Yediğimiz yemekten, oturacağımız eve kadar, kullandığımız perdelere kadar o lanet olası medya belirler maalesef. Kısacası; hayatımız da ne varsa onun sunduğu seçenekler arasından seçeriz biz. Mesela size çok kötü olan birini sevdirebilir. Bunu yapması için bu kişiyi gazetelerin iyi göstermesi, övmesi yeterlidir. İster istemez o kişi bilinç altımıza yerleşir ve hiç tanımadan, bilmeden ona sempati duyarız. Veya televizyonlar ahhh o sihirli kara kutu ahhh. Bu konuyu apayrı bir şekilde yazacağım merak etmeyin. Şimdi şu sözlere bir bakın Allah aşkına ‘’ Ben ardımda yaş bıraktım, Ağlayan bir eş bıraktım, sol yanımı boş bıraktım. Siz benim kime küstüğümü nereden bileceksiniz’’ Şimdi anlıyor musunuz bu şarkıyı neden yaptığını? Şimdi anlıyor musunuz şarkılarının neden bu kadar kalbe işlediğini? Şimdi anlıyor musunuz bu adamın çektiği hasreti, özlemi? Başka bir röportajında şunu diyor Ahmet kaya ‘’ Tam 30 sene aç yaşadım bu ülkede. 30 yıl boyunca. Ve bütün lokantaların kenarlarına, lahmacun dükkanlarına gidip o lahmacunların nasıl çıktığına baktım. Nasıl, insanlar yiyorlar diye baktım. Nasıl üzerine soğan döküyorlar diye baktım. Nasıl dürüyorlar, nasıl büküyorlar ve nasıl ağızlarına götürüyorlar. Nasıl bir hamlede o ayranı içiyorlar. Ve ben neden içmiyorum diye baktım hep. 30 yıl boyunca soğan içine atılmış bir lahmacun dürmeye hasret yaşadım ben." Ve bunu kendisi üzerinden herkese söylüyor Ahmet Kaya, kendisi gibi nice insaların bu halde olduğunu söylüyor. Hani dedim ya vefa görevim olarak yazıyorum ben bu yazıyı diye bunun için işte. Lanet olsun ki elimden başka bir şey gelmiyor. Derler ki büyüklerimiz ‘Boynuzsuz koyun, boynuzlu koyundan hakkını alacak Ahirette’ diye ve ben Ahmet Kaya’ya bunları revâ görenlerin cezasını çekmesini istiyorum şahsen eğer adalet varsa bu herkes içindir. Ha bir de şunu öne sürerler hep ona da açıklık getirip sonlandırayım yazıyı. Uzun oldu ama içimde tutmaktan bıktım artık. Okuyun da bir fatiha okuyun adamın ruhuna lan. "Kürdüz ölene kadar, vallahi barisi özledim vallahi Apo'yu özledim" videosu gercektir. Bunu kimse inkar etmiyor. Dönem itibari ile Abdullah Öcalan yakalanmis ve  en azindan söylemlerinden  ülkeye "izin verirseniz bu savasi bitireyim"  gibi "Baris" mesajlari veriyor. Karisinin anlatimi ile bunun üzerine söylenmis bir dogaclamadir.  O dogaclamanin sonrasinda o konser icerisinde  Ahmet Kaya'nin sözlerini de dikkate almalisiniz. "Yaşamak, tek başına bir şey değil. Yaşamak, karı koca olarak yaşamak da bir şey değil. Yaşamak, iki kişiyle yaşamak da bir şey değil. Yaşamak, onurunla, namusunla, ulusal kimliğinle, halkınla yaşamaktır, onurlu yaşamaktır, şerefli yaşamaktır. Ve biz, bedeli ne olursa olsun, yaşamımızın hiç bir zerresinde ne Türkiye ne de Türk düşmanlığı yaptık. ama biz hayatımızın başladığı noktadan bugüne kadar geçen süreç içerisinde bağımsız, demokratik bir ülkenin dürüst kürtleri olarak yaşamak istedik. Ve buna az kaldı arkadaşlar" Şimdi ki gazeteler gibi aralarından bir cümleyi adeta bir cımbızla çekip alıp güzel ülkemin, güzel insanlarını aldatan hahpe medya seniii, gerçekler er-geç meydana çıkıyor böyle. Dönemin kürt asıllı sanatçılarının ideolojisi yüzünden korktuğu dönemde, inandığı değerleri sonuna kadar savunan bir kişiydi Ahmet Kaya! Ölmemiştir, öldürülmüş ve bedel ödetilmiştir adeta.

Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım biz ne yaptık bu adama? Vicdanımız sızlıyor mu hiç? Ertuğrul Özkök ne kadar pişman olursa olsun, Mahsun Kırmızıgül ne kadar pişman olursa olsun, Serdar Ortaç aynı şekilde. Geri gelecek mi Ahmet kaya? Biz nasıl affettireceğiz kendimizi bu devrimci insana? Sırf kürtlerin hakkını savunduğu için çekti o kadar çileyi. Sırf ideolojisi için. Bir arada yaşamayı öğrenelim artık. Korkmayın biz istemedikçe bölünmez bu ülke, kürtçe dersler okutulduğu için bölünmez bu ülke. Geçelim artık bu konuları. Şimdi Türkiye’de kürtler meclise girdi. Kürtçe klipler çekildi. Kürtçe kanallar açıldı. Ne oldu peki? Ne kaybettik biz? Bunları 14 yıl önce söyleyen Ahmet Kaya linç edilmek istenmişti oysa..
Er yada geç Adalet tecelli eder. Herkes hakkını alır. Böylesine değerli insanlara sahip çıkalım. Bırakalım günü birlik yaşamayı. Bırakalım şarkıcı bozmalarını. Biz neşet ertaş için üzülelim. Yokluğunu hissedelim. Âşık veysel ile aynı dönemde yaşayamadığımız için üzülelim mesela. ‘’Arsız belâ ne zaman albüm çıkaracak’’ diye değil. Nerden gelip nereye gittiğimizi unutmayalım. Umarım bu yazıyla farklı bir bakış açısı katabilmişimdir size.

Son olarak ‘’Birer yolcuyduk aynı ormanda kaybolmuş. Aynı çıtırtıyla ürperen bir serçe, hep aynı yerde karşılarşırdık. Tesadüf bu; birer tomurcuktuk hayatın kollarında. Birer çiğ damlasıydık bahar sabahında, gül yaprağında. Dedim ya, hiç yoktan susturuldu aşkımız. Yüreğim kanıyor, ciğerim kanıyor. Olmasaydı sonumuz böyle.''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder