31 Ocak 2014 Cuma

Tonton Liderimiz Turgut Özal

Merhaba müptezeller

Hayat çok kısa lan valla ha. En yakın komşumuz olan bir abla kötü bir hastalığa yakalanmış. Kocası çalıştığı yerden gelip evin yemeğini falan yapıyormuş. Tabi bizimkilerin de canı sıkkın, onlarda kendince yardım etmeye çalışıyorlar ama işte.  4 tane çoğu varç 1’isi 1-1,5 yaşında en büyüğü de lise 2. Sınıfa gidiyor. Hayat çok boktan be dümbük. Kimin ne zaman, nerde ne durumda olacağı inan ki hiç belli değil. Çocukların bir şeyden haberi yok. Ben burdan memlekete gitmek için gün sayarken, o geçen günler ölüme bir adım daha yaklaştırıyor onu. Allah yardım etsin, Allah acil şifalar versin.

Bana deseler ki Türkiye cumhuriyeti kurulduktan sonra Atatürk dışında başa gelen liderlerden hangisi daha zekî hangisi daha ileri görüşlü diye ben kesinlikle Turgut Özal cevabı verirdim. Hem de şak diye yapıştırırdım. Risk almayı seven ama tedbirsiz ve basiretsiz hareket etmeyi asla sevmeyen bir liderdi. Bir işi yapmadan önce, bir uygulamayı hayata geçirmeden önce karşılaşabileceği sorunları önceden hesaplayabilen ve bunlara çözüm üretmeyi başarabilen bir liderdi. Hani bazı aile büyüklerimiz olur ya, 4 yaşında ki çocukla çocuk olan, 18 yaşında bir gençle genç olan ve yeri geldiğinde Anne – Babasının sorunlarını dinleyen yaşından daha olgun olan.. İşte Turgut Özal’da Türk milleti için öyle bir liderdi. Tabi herkesi tatmin etmek, herkesi mutlu etmek elbette mümkün değil bundan dolayı Özal’ı sevmeyenler de var. Neymiş ABD yalakasıymış. Ulan koduğumun andavalı zamanında yapılan hataların bedeli ve sonucudur onlar. Şöyle bir örnek vereyim: Adnan polat GS başkanlığından gönderilmeden önce D- Smart ile GSTV nin yayın hakları konusunda sözleşme imzalamıştı. Sonra Adnan Polat’ın yerine başkanlığa seçilen Ünal Aysal, her ne kadar bu sözleşmeyi iptal etmek istese de başaramadı. Çünkü bunun bedeli vardı. İmzaladığın sözleşme seni oraya bağladı ve geçerlilik süresi bitmeden de ordan bağını çözmen veya koparman olanaksızdı. Bu da onun gibi bir şeydi. Ama gel gör ki bazı sıçmıklar bunun böyle olduğunu bile bile hâlâ bok atmaya devam ediyorlar. Her şeyin farkındalar bakın, biliyorlar durumu ama gene de bildiği yoldan ayrılmıyorlar. Umarım mesajı almışsınızdır. Türkiye'de enerji, telekomünikasyon, ekonomi politikaları, dış ticaret gibi çeşitli alanlarda önemli gelişme ve ilerlemelerin önünü açmıştı. Bugün Türkiye’de seracılık bu noktaya geldiyse, Türkiye kivi üretiyorsa, bunun arkasında Özal döneminde tohum ithalatının serbest bırakılması yok mudur? Ayrıca, en ücra köylerde bile otomatik telefon sayesinde dünyanın her yeriyle haberleşme imkânı sağlanmıştır. Köylerin telefona kavuşturulmasına büyük hız verilmiştir. Türkiye’de telefonu bulunan köy sayısı 1975 yılında 3.427 iken 1989′da 37.664′e çıkmıştır. Bu örnekleri numune olarak verdim tabi ki hepsi bu kadar değil. O yaşlı ve tonton görüntüsünün altında cıvıl cıvıl bir çocuk gibiydi adeta. Enerjisini hiç kaybetmeyen, yaşama sevinciyle dolu bir liderimizdi. 
Halkın içinde ki insanlardan hiçbir farkı yoktu. Halktan biriydi, o, halkın ta kendisiydi.


                                                                                                                                                   











Özal, eski köye yeni adet getirmekten korkmayan, ama eski adetleride çöpe atmayan bir liderdi. Bunu şu sözlerinden çok açık bir şekilde anlayabiliyoruz. ‘’ Devletin kuruluşu ve işleyişinde, iktisadi hayatın düzgün çalışmasında bizden ileri olan milletlerin tecrübe ve bilgilerinden istifade etmek önemli bir husustur. Bununla beraber, kendi tarihi tecrübelerimiz, örf ve adetlerimiz, sosyal bünyemiz, iktisadi yapımız dikkatle gözden geçirilerek, basit bir kopyacılıktan ve taklitçilikten muhakkak uzak kalarak, bu aktarma iyi bir adaptasyon şeklinde yapılmalıdır. Bu şekilde bir düşünce tarzı, birçok hallerde, modern teknolojinin transferinde dahi geçerlidir.’’ Aynı zamanda Türk milletinin nerden geldiğini, nereye gittiğini, ne gibi dönemlerden geçtiğini yani kısaca Tarih bilgisi mükemmel olan bir liderdi ilerleyen bölümlerde bunları kanıtlar nitelikte bilgiler vereceğim.

Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi gerçekten de çok zekî bir insandı Özal. Peki nasıl bir zekîlikti bu hemen bir örnek vereyim. ‘’ 1985 yılında Turgut Özalla beraber ABD’yi ziyaret eden grupta ben de başbakanlık müsteşarı olarak bulunuyordum. Dışişleri bakanı da Vahit Halefoğlu’ydu. Beyaz saray’da, sabah saat 9’da başlayan ve öğlene kadar devam eden yoğun bir müzakere oldu. Bu müzakereler esnasında başkan Reagan’ın  bütün uzmanları hazırdı. Bizim argümanlarımızı, özellikle Özal’ın bir çok konuda onların ilgisini çekmek için söylediklerini çok da dikkatli dinlemediler. Sonunda özal bana döndü ve Türkçe olarak ‘Galiba gene klasik metoda başvuracağız’ diye mırıldandı. Müzakere heyetine bakıp ‘bizim sovyetler Birliği’ne kaç km. Sınırımız olduğunu biliyor musunuz?’ dedi. O ana kadar uyuklayan herkes gözlerini açtı. Dikkatle Özal’ı dinlemeye başladılar.’’ (Kürtçülük ve Ayrılıkçı Terör- Hasan celâl güzel) işte böyle zekî bir insandı Özal. Nerde ne yapacağını, kime nasıl davranacağını çok iyi bilen biriydi. Hani dedik ya Tarih bilgisi mükemmeldi diye. İşte bu sadece lafta kalmamıştı o zaman ve 1990 lı yıllarda çok ciddi adımlar atmıştı Özal. Peki neydi bu ciddi adımlar? Gelin onlara bir göz atalım. Önce sizlere yine Hasan Celâl Güzel’in bu atılan adımlara sebep olan asıl görüşlerinden birini buraya yazayım. Lütfen dikkatle okuyun burayı!!
       ‘’...Benim mazimde 700 senelik bir osmanlı var. Benim mazimde koskoca bir selçuklu imparatorluğu var. Bunları sadece kavmiyet esasında değerlendirip, ‘kavmiyet asabiyeti’ ile izah etmek yanlıştır. Benim ecdadım bin sene İslâm’ın bayraktarlığını yapmıştır. Bununla elbette övünürüz biz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı herkesin, etnik aslı ne olursa olsun, bunu hissetmesi, bu heyecanı duyması lazım. Bugün bir amerikan çocuğu nasıl kendini dünyanın süper gücünün bir mensubu olarak biliyor, heyecanlanıyor, gururlanıyor ve iftihar ediyorsa; daha düne kadar dünyanın en büyük hâkimi olan bir milletin mensubu olarak ben de, bu hayaller içinde büyüdüm.’’ Eller ay’a biz yaya’’ diye, o klasik sefil marksizmin bir takım aşağılık tekerlemeleri beni hiç etkilemedi. Bu, asla bir halüsinasyon olmamıştır. Gerçekçidir. Biz, bugün fakir olabiliriz. Birçok konuda yaralanmış olabiliriz. Ama öyle bir çınarız ki, mazimiz çok derinlere gidiyor. Büyük bir kültürün, büyük bir milletin, büyük bir medeniyetin varisleriyiz bizler. İşte Turgut bey bunu hissediyordu. Bu çok önemli bir şey. Bunu hissettiği için de, iktidara geldiği zaman bu tarih görüşüyle birlikte hep yeni ufuklar arayışı içindeydi... Son zamanda yaptığı gezilerde de bunu görürsünüz. Ortadoğu’yu da bir osmanlı memaliki olarak düşünüyordu. Kafasında bir ‘’Osmanlı Milletler Topluluğu’’ vardı.  ‘’Türkçe Konuşan Devletler Topluluğu’’ vardı. Bunlar çok güzel hayallerdi. Ve imkansız hayaller değildi. Bu hayallerin hiç biri, kendisine sömürge alanı arayan nazi Almanyası’nın hayalleri gibi olmamıştır. Yani kendisini yeni topraklar isteyen bir Türkiye hayali değildi. Nüfuzunu ve gücünü arttırmak isteyen bir Türkiye hayaliydi... Turgut Bey, osmanlı memalikinde ki devletleri mümkün mertebe korumayı, siyasi himaye altında olmasa da, onlara yardım etmeyi öngörmüştür. Biz bir ara Afrika’daki bazı ülkelere karşılıksız yardımlar yaptık. Somali’ye, Sudan’a ve daha bir çok ülkeye.’’

İşte bu sebep tendir ki bazı yazarlar ‘yeni Osmanlıcılık’ diye bir görüş ortaya attılar. Zîra Özal bunu Kuzey Irak konusunda da kullanmayı düşündü. Bir yanda İnönü’nün ‘Türkiye dışında Türk yoktur’ gaf’ı ve diğer yanda Özal’ın bu felsefesi.. Keşke fırsat verilseydi. Keşke önü kesilmeseydi. Ama izin vermediler. Aynı dertten muzdarip olan bir diğer değerli ve önü kesilip, öldürülen (Ben öldürüldüğüne inanıyorum hala inanmayan varsa gitsin atsın kendini bir yerden) Muhsin Yazıcıoğlu..

Bakın ne diyor Muhsin Yazıcıoğlu: "Nasıl ki Avrupa Birliği, ABD birlik olmuşlarsa biz de üst birlikler kuralım"
‘’ Hâlbuki AB ile ikili münasebetlerimizi geliştirmemiz, sosyal, kültürel ve siyasi ilişkilerimizi iki ülke arasındaki ilişkiler halinde sürdürmemizin daha yararlı olduğunu düşünüyorum. Bizim kızıl elmamız AB değil, Türk- İslam birliğidir. Bizim medeniyet kutlarımız, Türk-İslam birliği medeniyet kutlarına uygundur. Tarihimiz, geleneklerimiz, göreneklerimiz böyledir.’’ (Muhsin Yazıcıoğlu)

İki merhum lider arasında ki ortak yönlerden birisi sadece bu değil. İki liderde ‘Kürt Sorunu’ demenin, Kürt kardeşlerimize hakaret olduğunu söylüyor. Bu konuya başka bir yazımızda değineceğiz. İki lider’in de önü kesiliyor ve ikisi de öldürülüyor. Neden öldürüldü? Kimler tarafından öldürüldü? Bunlar hâlâ muallakta olan konular. Zîra hâl böyleyken ne desek havada kalır. Ama gelin dönemin sağlık bakanı Halil Şıvgın’ın söylediklerine kulak verelim.: Bunun bir askeri, bir de sivil tarafı vardı. Askeri tarafında Eşref Bitlis, sivil tarafında ise Adnan Kahveci inanılmaz bir şekilde şüpheli şekilde öldü. Bunların arkasında da Uğur Mumcu terörle mücadele kapsamında eline geçirdiği bir belgeyi yayınlama safhasındayken o da ortadan kaldırıldı. Bunun arkasından da Turgut Özal’ın ölümü gerçekleşti.

Uluslararası bazı çevreler içeride ve dışarıda işbirliği yaparak Türkiye'nin terör konusunu çözmesini istemiyorlar diye düşünerek bunun üzerine yoğunlaştım. Bu yoğunlaşma beni basit ihmallerden öte bir kasta doğru götürmeye başladı. Bu raporda Sayın Cumhurbaşkanının görev yaptığı o esnada kritik görevlerdeki kişilerin yerlerinde olmadığını öğreniyor. Bunların sorgulanması gerekiyorsa yargılanması gerekmez miydi? Kim yapacaktı? Kendisinden sonra cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’in bunu yapması lazımdı. Yapmadı. Sayın Necdet Sezer’in yapması lazımdı. O da yapmadı. Özal çizgisinde hareket ettikleri için Sayın Abdullah Gül bu görevi Devlet Denetleme’ye verdi. Bu rapor karşımıza çıktı. Turgut Özal, uluslararası konjonktürde o zaman çok önemli hamleler yaptı, Türkiye ekonomisi güçlü olmaya başladı. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortaya büyük bir Türk devletleri topluluğu çıktı. Bizim bunlarla ilişkilerimiz vardı, Turgut Özal en son ziyaretini buralara yaptı. Özal’ın Türkiye'yi büyütme ve terörü önleme projesi yarım kaldı. Özal’ın ölümünden sonra Türkiye çok büyük bir ekonomik krize girdi. -9’la devretti Ak Parti’ye hükümet o zaman ikinci dünya savaşında bile görmediğimiz bir şeydi. Demek ki Türkiye'ye çok büyük komplo kurulmuş ve Özal da bunun kurbanı olmuş."

Özal, PKK ve Kürt kardeşlerimizle ayrıca ilgilenmiş. Ayrı muameleler yapmış bir liderimizdi. Şöyle ki;... Kürt tabana şirin görünmek için zaman zaman bazı şeyler söylerdi. ‘’Ben de güneydoğuluyum’’ derdi. ‘’Benim teyzem Kürtçe konuşur’’ derdi. Halbuki Özal Ailesinin Kürt etnisitesiyle hiçbir alakası yoktur. Teyzem dediği, evin evlatlığıydı ve Kürt asıllıydı. Babası Türkmen olmasına rağmen. Popülist bir politikacıydı.’’ (Hasan Celâl Güzel) Özal Kürt halkının gönlünde yer edebilmek için bu gibi yollar denerdi. Kürt halkını sever, onları sayardı. Ama aynı derecede PKK ya karşı da çok acımasızdı. Asla ve asla taviz vermezdi. Onlara karşı hep. Kısasa kısas olmuştur. Özal’ın en çok eleştirildiği noktalardan birisi de Talabani- Barzâni ikilisiyle olan münasebetidir. Zîra, düştüğü en büyük hata onlara kırmızı pasaport vermesidir. Bakın Turgut Özal’ın asıl niyeti şudur bana kalırsa: PKK’yı orda yok etmek için yalnız bırakmak gerekliydi. Bu da o dönem Talabani- Barzani ikilisini bizden yana çevirip, onları avucumuza almaktan geçiyordu. Biz bunu yapabilseydik PKK orda yalnız kalacaktı. Yani bir nevi taktik uygulamıştı. Ama ters tepti. Yani Özal Talabani- Barzani ikilisini PKK ya karşı kullanmaya çalıştı. Bir süre bunu başardı. Ama hesap edemediği bir şey vardı. Çünkü bu üçlü ilk fırsatta birbirlerini koruyabilecek pezevenklerdi. O dönem bu konu dahilinde aşırıya kaçıldı ve o ikiliye mühimmat, silah ve teçhizat yardımı yapıldı. Zaman geçtikçe yakalanan ve öldürülen PKK’lı Teröristlerin ayağında TSK ya ait postallar çıkmaya başladı. Kırmızı pasaport verilmesi aşırıya kaçan bir davranıştır. Zîra şu an bile bu konu sık sık gündeme getirilmektedir. Özal’ı bu yüzden tamamiyle Kürtçü diye adlandırmak son derece yanlış olur. 12 Eylülden sonra anarşinin azalması 12 Eylül yönetiminin başarısı değildir. Sovyetler birliğinin çökmesidir. Soğuk savaşın sona ermesidir. Yine aynı kitaptan mükemmel bir yorumla bu durumu özzetlemek istiyorum: ‘’1980’den önce Türkiye’de, Kürtçü hareketlerin bir ağırlığı yoktu. 1980’den sonra 12 Eylül’de buna müsaade etmemiştir. Ancak, cumhuriyetin ilk döneminde ki baskıları Kürtler nasıl kendi üstlerine almışlarsa; 12 Eylül’den sonra bütün ülke çapında uygulanan baskı politikasını da sadece kendilerine has kabul ettiler ve Kürtçüler, 12 Eylül’ü tabanlarına böyle anlattılar. Halbuki her tarafta sıkı yönetim var, her tarafta zulüm var, istibdat var, dikdatörlük var. Sadece doğu ve güneydoğuda değil, sadece belli bir etnik gruba da değil, herkese bu baskı uygulanıyordu...’’ (Kürtçülük ve Ayrılıkçı Terör- Hasan Celâl Güzel) Bugün bile bazıları sadece işine gelen yeri cımbızla çekip alıyor ya bunlar o dönemde varlarmış yani yine işine geldiği gibi anlatmışlar, öyle dayatmışlar. Kenan Evren’in Kürtçe konusmayı da yasaklaması tuzu biberi olmuştur adeta. 12 Eylül yazımızda olacak Allah izin verip, önümüz kesilmesse ahahaha.

Böyle işte müptezel pezevenk. Niyetin ne kadar iyi de olsa, yaptığın bir hata bütün doğruları ve olumlu icraatleri götürebiliyor. Öyle herkese de yaranamıyorsun maalesef. Zaten bizim ülkemizde iki tane iktidar var. Bu, cumhuriyetimizin ilk zamanlarından beri böyledir. 1- Halk desteğiyle başa gelen iktidar. 2- Derin iktidar. 2. İktidar bir şeyi istemiyorsa, karşı çıkıyorsa 1. İktidar ne kadar istese de başaramıyor, olmuyor. Olsa da, Turgut Özal gibi, Muhsin Yazıcıoğlu gibi hayatlarına kalleşçe son veriliyor. Bu topraklar değerlidir be pezevenk. Bu oynanan oyun hiç sona ermeyecek mi? Bazı şeylerin sonu gelmedi mi artık? Bence geldide geçiyor bile..

Hadi selametle. Hayat kısa, hayırlı yaşa huzurlu git.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder